KIRK PARAYLA ALIŞ VERIŞ

Kırk parayla nasıl alış veriş edilir?

Dünya Emekçi Kadınlar Günü bana emekçi olmayan bir kadını hatırlattı. Berlin’de 8 Mart artık her yıl resmi bayram olacak. Almanlar bu günün kutlanmasının kimler tarafından ileri sürüldüğünü bilmek istemiyorlar. Çünkü başta gelenlerden ikisi Lenin ve Clara Zetkin, yani komünizmin de ileri gelenlerinden. Bu günün bayram olmasını Clara Zetkin önermiş. O zamanlar Türkiye’de ne emekçi var ne de kadın hakları. Avrupa’da da kadın hakları pek olmadığından dolayı sosyalist kadınlar bayramı yaratmış. Örneğin Almanya’da öğretmenlerin evlenmesi kadınlar çocuk yapmasın diye yasakmış. Yasak taa 1956 yılında kalkmış. Evli kadın kendi başına aklına gelen alış verişi pılı pırtı falan alırsa yaparmış da büyükçe bir şeyi alması için kocasının izni gerekmiş. Bunu kaldırılması da 1970 yılında olmuş.

Avrupa böyleyken Türkiye’de hal nasılmış? Onu ben de iyi bilmem ama, anlatacağım emekçi olmayan kadın kocasına İstanbul’da ev almayı yasaklamış. Ne zaman oluyor bu iş? Atatürk doğmayı planlarken. Türk kadınlarının bir kısmı kendilerine politika hak vermeden önce de hâkimlermiş. Fakat o, Kara Fatma gibi Balkan savaşına katılıp Sivas Kongresinde kumandan olmuş bir kadın değil. Çok sakin, ufacık, fazla sesi çıkmayan bir kişi.

Karadeniz kadınları başka olur, çünkü onların çoğu yılın uzunca bir kısmını kocasız geçirir. Dediklerim üçte birinden fazlasını. Yani kafalarında akşam gelip ekşiyen, mezem nerede kaldı, diyen adamlar yok. Bazı Karadeniz köylerinde hala daha benzer sahneler görülür, erkekler kahvede otururken kadınlar tarlaya bakar, sığır güder. Her ne kadar başka yerlerde de öyle durumlar göze çarparsa da Karadeniz’de durumun özelliği erkeklerin sılada çalışmasıdır. Ekmek balığı icat edenler gibi. Geri geldiklerinde bir zaman işe el atmazlar.

Bizimkiler zamanında güz ayları sona ererken denizden geri gelirmiş. Kadınlar harmanı yapmış, kışlığı düzenlemiş. Erkekler gelip odun keserler, torluk başına yirmi beş çeki kadar yığarlar. Onlar da tütmeye başlayınca kahveye otururlar.

Kış teknelerin de kalafata çıkıp onarıldığı mevsimdir. O tekneler baharda mangal kömürlerini yükleyip alış verişe gider. Dediğim hanımın kocası da babası da Dolmabahçe sarayına kömür götürürmüş. Yani İngiltere’de olsa Royal Charcoal Burner olacak. Oğlu yapamamış, çünkü o işi devraldığında saraylar müze olmuş.

Kömürler satılınca yelken açıp Romanya’ya kadar gidip peynir alırlarmış. Onun için bizim evde kaşkaval eksik olmazdı. Tabii erkeklerin hepsi reis değil. Tayfalar yemek pişirmekten odun taşımaya kadar her şeye eli yatan adamlar. İşte gözlerim açılıp dünyayı görmeye başladığımda evde gördüğüm ilk yabancı erkekler onlardı.

Evi büyük dedem karısına çaktırmadan almış. O, imkanı yok köyden çıkmam, dermiş. Fakat sonunda eşkiyalar devamlı oğlunu rehin alıp para sızdırdıkları için köyü bırakıp İstanbul’a gelmiş. Tabii ki köyünü de beraber getirmiş. Evimizde yemek masası olduğu halde yemek yerde tepsi kurulup beraber yenirdi. Tepsi, tabaklar ve yemek pişirilen kaplar tüm bakırdı. Onun çeyizi.

Tepsi kurulmadan yere büyük yaygı konularak ekmek kırıntısının halıya düşme imkanı kaldırılırdı. Her ne kadar süpürge falan varsa da yerde bir kırıntı olmasını hanım büyük günah sayardı. Ekmeğin kırıntısına bile basılmaz. Daha müthiş ilgi bulaşık yıkanmasına gösterilirdi. Suyu ısıtmak için kazana koymadan önce koyan ellerini iyice yıkayacak. Kazan da odun ateşinde ısıtılacak.

Böyle titiz bir hanımla beş yaşında, günlerini sokakta geçiren bir çocuk nasıl anlaşır? Belki normal kimseler olsak anlaşma olurdu da, ben beş yaşındayken o 95 yaşındaydı. Yani pek uyuşamayan bir çifttik. Misfits. Dedemin annesi. Reis torunu, reis anası. Abdülmecit’ten Vahdettin’e kadar altı padişah, Atatürk’ten Celal Bayar’a kadar üç cumhurbaşkanı görmüş.

Hadi zor durumlar da idare edilebilirdi de, bizimki çok daha zordu. Çünkü o daha Atatürk doğmadan sağır olmuş. Olayın olduğu yıllarda Türkiye’de vahşi yaşayan aslan bile varmış. Ninem doğduğu yıl biraz daha yakında olsa belki Florence Nightingale ebeliğini yapacak. Neyse o kadın o sıralarda Selimiye kışlasında hemşirelik mesleğini icat etmeyle uğraştığından bizim köye gitmeye vakti olmamış.

Nine okuma yazma bilmediğinden sadece sayıları okuyabilirmiş. Alfabe devriminden sonra o da kalkmış. Nine çevresini anlayamaz olmuş. Dört beş yıl onun dilmaçlığını yaptım. Sonraki yıllarda yabancı diller öğrenip hakiki dilmaç olduğumda çok faydası oldu.

Ben sayıları okumayı öğrendikten sonra onunla beraber çarşıya yollanmaya başlandım. Kadın istediklerini parmağıyla gösterir, manav onları eski gazetelerden yaptığı kese kâğıtlarına doldurur, biz kasaba doğruluruz. Kocaman bıyıklı kasap ustaca birkaç pirzola keser, kaba kâğıda sarar, bana verir. Ninem her dükkanda sahibinin önüne bir demir para koyar. Biz gerekenleri alıp eve yöneliriz. Bazı kasap kedileri bizi birkaç metre takip edip geri döner. Mevkiine yerleşir. Nine evde kimse yoksa ateş yakıp pirzolaları kızartmaya başlar. Eve gelen olursa saçını başını yolar. Bu yaşta kadın nasıl ocak yakar?

Asıl felaket ninemin bir şeyi unutmasından sonra oluşur. Kadın bana o demir parayı verip iskeleye yollar. Beylerbeyi çarşısı eski deniz semtleri veya adalarda olduğu gibi iskele yöresindedir. Ben önce gidip balık tutanlara bakarım, sonra caminin karşısında abdest alanları gözlerim. Bir zaman sonra da aklıma alacaklarım düşer. Ayyyy! Ne alacaktık?

Bazı dükkanlarda bana istediğim malı verip parayı geri çevirirler. Bazısı da parayı alıp bana bir şeker verir. İşte o zaman bizim nine küplere biner. Bana söylenir, beni elimden tutup o dükkana geri götürür. Allah, Allah, kadına her şeyi veriyorlar, bana bir şeker. Oğlum, sen naaapıyosun? Ne yaptığımı nasıl anlatsam da anlamaz kadın. Sağır olduğu için işine geleni anlıyor.

Çok yıllar sonra öğrendim bilmecenin çözümünü. Ninem kendisiyle beraber sadece köyünün adetlerini getirmemiş, onun fiyatları da 70 yıldan eskiymiş. Eskiden ben kırk parayla alış veriş ederdim, yeni moda mı oldu böyle, diye şikâyet edermiş. Kadınla başa çıkamadıklarından babam esnafa, nine gelince istediğini verin, hesaba yazın, demiş. Ayda bir dükkanları dolanıp paraları ödermiş. Ninem ölene kadar kırk paraya bişey alınamayacağını öğrenmedi. Onun emek verdikleri insanlar da hepsi kadına 1870lerde gibi yaşadığını hissettirmeye çalıştılar.
Soğan kaç paraydı dün?

Ahmet Çakir, 1963 A