Bir bahar akşamı…
Evvelki gece uzun saatler uçakta kaldım. Uyumadığım saatte çok sevdiğim iki şarkının öyküsünü yazdım. Arasında da kim olduğunu bilinmeyen bir kadın var.
Bir bahar akşamı …
Bu hatırayı yazmamın nedeni insanı bir bakışla sarhoş etmiş olan üç kadın. İkisi hakkında ünlü şarkılar yazılmış, üçüncüsü biraz dona kalmış. Çünkü rastladığı adam, yani ben, müziği radyodan falan dinlermiş. Ötekilerin birisi müzik besteleyen iki adama görünmüş, ikincisi de çok ünlü bir müzisyenimizin içinden çıkmam dediği makamının yakınında birinin kalbini burkmuş.
Olay yerlerinin biri sizlerin oralarda, ikincisi biraz uzakta, Almanyada Kolonya şehrinde. Üçüncüsü de çok uzaklarda, Rio de Janeiro. Kahramanları da hep bir tek kadın. Bir içim su denilen cinsten ama adamı bir fıçı şaraptan sert vuranlardan. Üçünü de kimse tanımaz derim ama, Rio daki kadının kim olduğu zamanla belirlenmiş, Heloísa Eneida Paes Pinto Mendes Pinheiro. Onun gençlik resimlerine bakarsanız ne dediğimi anlarsınız.
En az tanınandan başlayayım.
Ren Nehri kıyısında çok eski bir birahane vardır. Adı Früh. Orada eskiden garsonlar hep göbekli idi, çünkü sattıkları biranın onda birini onlar içerdi. Şimdi iş güvenliği kanunlarına uyarak bahşiş alırlar. Kış günleri birahane binanın içinde çok sevimli bir çevre içinde kızartma tavuk ile bira satar. Yaz akşamları nehrin kıyılarına doğru yayılır. Bir akşam oraya bir bira içmeye gitmiştim. Hava da o biçim, mehtap falan da var. Yedi kişilik masaların hepsi dolu. Sadece ayak üstü durulup kafa çekilen yerlerde ayak koyacak yer var. Onlar da masa ödevi yapan büyük fıçılar.
Böyle bir fıçının önüne dikilmişim, birama gel evladım diyorum. Birden önümdeki masa boşalıverdi. Hemen bardağımı alıp çökmeye yöneldim. Fakat arkamda o masaya göz koymuş altı kadın varmış. Neyse, yedi kişilik masada onlar da oturur ben de. Almanyada buna kimse pek itiraz etmez. Fakat o kadınların cemiyeti bozulacak ben ortalarına kurulunca. En öndeki kadın bana bir baktı ki bir roman okumuş oldum. Gözlerinden geçen mesaj şuna benzer gibi geldi “Yahu, sen Allahsan, neden bu adamı bu masanın yakınına koydun? Berbat oldu gecemiz. Sohbet yattı. Bunlan mı uğraşacağız?”
Ben bu mesajı okur okumaz kadınlara, siz buyurun, ben zaten dikilmekten çok hoşlanırım, dedim. Ne kadar riyakar insan var dünyada, aklın almaz. Altı güzel hatunun ortasına kurulmak yerine Ren nehri kıyısında ağaç olup kök salmak! Ne eğlence, ne eğlence!
Bir iki saat sonra onlar kalktı. Giderken bana baştan bakan kadın gelip teşekkür edip özür diledi. Sizi galiba yerinizden ettik, dedi. Bu sefer hiç riyakarlık etmeden, hiç böyle akşamım olmadı, bir bakışla bir roman ilettiniz, onları okuya okuya eğlendim dedim.
Bu kadın kimsenin bilmediği biri. Görmem iki kez birkaç saniye gibi oldu. En son anlatacağım kadını da sadece bir tek adam bir kez görmüş. Rüya gibi kadın veya hakikaten rüya. Fakat o, anısını şiire çevirip bestelettiren birini bulmuş. Üçüncü Rio daki kadın daha şanslıymış, müzisyene rastlamış. Her üçü de sadece bir kaç saniye içinde sihirlerini etkilendirmişler.
Üçüncü kadının görüldüğü yer Rio de Janeiro da bir semt, İpanema. Orası diyelim ki eski Suadiye veya Caddebostan. Biraz yürüyünce Copa Cabanaya varırsınız. Orada plajda oynayan kızlara bakarsanız hemen mayışırsınız. Karyoka (aslı Carioca) denir onlara. Bir gün iki müzisyen bir barda oturuyor. Birden genç bir kadın içeri giriyor. O da öyle havalı ki adamların nefesi kesiliyor. Sonuç: The girl from İpanema veya Portekizce adıyla Garota de Ipanema. Dünyaca tanınmış bir şarkı. Okuyan okuyana, Frank Sinatra desek, Stan Getz desek veya Sergio Mendes. Yazan adam, Antônio Carlos Jobim, kadını 1962 yılında birkaç saniye görmüş. Bu şarkı bütün dünyada ün kazanınca Bossa Nova stili de öylece Brezilyadan dışarı çıkıp küresel olmuş. Yani kadının bir kez bakışı dünyaya yeni bir müziğin yayılmasına alet olmuş.
Gelelim en yakınımızdakine. Ben çocukken babam Selahattin Pınarı iyi tanırdı. Kendisi çümbüş çalmayı Mustafa Kandıralıdan öğrenmiş, çok da güzel çalar ama, tamburdan tambur olalı 2000 yıldan beri olmamış ses çıkaran Selahattin Pınarın hayranı idi. Olayı da kendi görmüş gibi anlatırdı, belki başkasından duymuş olabilir. Çünkü birkaç ayrı şeklini okudum. (Başka türlüsünü ararsanız Fuat Edip adına bakın, ekşi sözlükte de başka türlüsü var.)
Selahattin Pınar her gece Todori'de otururdu. Çok zaman da, çıkmam Allah etmesin meyhaneden, diye söylerdi. Hakikaten meyhanede öldü. Todori Kalamış iskelesinin yakınındadır. Patlıcan turşusu ve ciğer tavası için hala daha gidenler var, paçanga böreği için de öyle. Onun cem yoldaşları akşamları oraya damlarlar. Üstadın neşesine göre eğlenilir veya eğlenilmez. Bir akşam ona bir adam bir şiir getirmiş. Bunu besteler misiniz, demiş. Selahattin Pınar bir bakmış, şiir “Bir bahar akşamı rastladım size …” diye başlıyor. Olur mu bu, yahu? Erkek sevdiği kadına siz diye hitap eder mi? Adam boynunu bükmüş, ne diyeyim, kadını tanımıyorum, bir kez gördüm, demiş. Yalvarmış, etmiş. En sonunda üstad acıyıp besteyi yapmış. O şarkıyı çocukluğumdan beri dinlerim. Her duyuşumda da aklıma köşede oturmuş Pınar gelir. Ardından kulağımda yaylı tamburun sesi oluşur. Zamanının en sevilen eserlerinden biri olmuş birkaç saniyelik tılsımlı bir bakışın öyküsü.
Bir bahar akşamı rastladım size
Sevinçli bir telaş içindeydiniz
Derinden bakınca gözlerinize
Neden başınızı öne eğdiniz
İçimde uyanan eski bir arzu
Dedi ki yıllardır aradığın bu
Şimdi soruyorum büküp boynumu ah
Daha önceleri neredeydiniz
Tall and tan and young and lovely
The girl from Ipanema goes walking
And when she passes, each one she passes goes - ah
When she walks, she's like a samba
That swings so cool and sways so gentle
That when she passes, each one she passes goes - ooh
(Ooh) But I watch her so sadly
How can I tell her I love her
But each day, when she walks to the sea
She looks straight ahead, not at me
Tall, (and) tan, (and) young, (and) lovely
The girl from Ipanema goes walking
And when she passes, I smile -
but she doesn't see (doesn't see)
(She just doesn't see, she never sees me, )
Ahmet Çakir, 1963 A