Kül yutmayan öğretmenimiz – Güzin Hanım anısı
1959 yılı bizler için çok önemli bir yıl oldu. En önemlisi de galiba sınıfça Friedrich Schillerin 200. doğum günü şenliklerini çok başarıyla kutlamamız oldu. Ondan aldığımız ödülün öncesinde biraz ıstıraplı günlerimiz geçmişti. Anlatmak istediğim o günlerin başı.
Orta okulu bitirip diplomalarımızı almışız yazın. Güz geldiğinde acaba hangi öğretmenlerimiz olacak diye kuşkulanırken birisi, Güzin Hanım gene geliyor, deyince bayağı sevindik. O hanım en sevilen öğretmenlerimizden biriydi. İlk Cumartesi, hafta sonu tatiline hazırlanıp mayışmışız. Son iki ders Güzin Hanımda olacak. Birden bir kapı açıldı. İçeri giren kadını görünce dona kaldık. Meğer onun da adı Güzin’miş. Ama bu öyle Güzin değil.
Bizim girdiğimiz şoku öğretmenimiz konuşmaya başlar başlamaz derinleştirdi. Bakın, benimle doğru oturup doğru kalkılır. Kopya falan çekmeye kalkan yandı, dedi. Ben hiç kül yutmam. Bunu duyunca en arkada oturan Savaş Güneyle ben çok manalı bakıştık. Kadın hakikaten kül yutmazmış. Çaktı. Gelin bakiiim, dedi, önüme oturun. Size mim koydum. Hapı yuttunuz artık.
İlk sırada iki haftamız böyle geçti. Onun sonunda Pazartesi günü okulun açılmasında yapılan küçük törende müdür geçen yılın sonunda sınavımız olduğundan verilemeyen kitap ödüllerimizi verdi. Bu yıl da gene Savaşla bana çıkmış nasip.
Biz okul binasına girerken Güzin Hanım bizi çevirdi. Aman çocuklar, ben sizi hayta bişeyler sanmıştım, özür dilerim, dedi. Yahu, özür dileyen öğretmen olur mu? Olurmuş. Bütün yıl aramız o biçim gitti. Bu iyi de, bir özel bir sorunum vardı. Ben kadın bize kül yutmam dediğinde arkadaşlara, hepinizin gözü önünde yutturacağım, diye söz vermiştim. Güzin Hanımla aramız çok süper şeker olunca sözümü yerine getiremiyorum. Hain arkadaşlar da, hadi yap bakalım, diye üstüme varıyorlar.
Yaparım, yaptım falan diye diye Mart ayını bulduk. Bir cuma günü güzel hava vardı. Cumartesi günü arkadaşlar gene sataşınca, OK, dedim. Bugün yaparım. İkinci dersten suratımı asıp hasta kuruntusuna düştüm. Kendimi hasta göstermek bir iki saatte olurdu. Güzin Hanım sınıfa girdiğinde ben yavaşça kalktım. Kadın bana, senin neyin var, dedi? Yok bişeyim, hocam. İyiyim. Yok oğlum, olmaz, git doktora, Dr. Löwenthal aşağıda. Valla, bişeyim yok, dün hava güzel diye denize girmiştim, biraz üşüdüm galiba, dedim. Doktorun da Cumartesi günleri okulda olmadığını hesaba katmıştım.
Kadın bana, o zaman topla eşyalarını, hemen git eve, annen sana nane limon yapsın, dedi. Ben toplanırken bütün sınıf masaların üstüne yatmış kıkırdıyor. Güzin Hanımcığım da “Ne hain çocuklarsınız, arkadaşınız hasta, siz gülmekten kırılıyorsunuz!” diye şikâyet etti. Neyse, hain yokmuş. Davayı kimse anlatmadı ona. Acaba anlatsak ne diyecekti?
Ahmet Çakır, 1963 12 A