OLMAZ OLMAZ DEMENIN GÜLÜMSER YÜZÜ

Kanuna aykırı iş yapanlara bazen suçlu derler. İşbirliğiyle gayri kanuni eylem yapanlara çete derler. Derler de derler. Ama bazen mecburiyet oluyor. Oluyor da, çok kez hakim adamın gözyaşına bakmıyor. Çete mete denilmeden yaptığımız bir eylemi anlatayım. Olayın üstünden çok geçtiğinden unutmuştum. Fakat geçen yıl gördüğüm biri hatırlattı. Bu suçtan yakalansak bile işlemi kitabına o biçim uydurduğumuzdan başımıza bir şey gelmezdi. Türkiye’de olmaz olmaz.

Bir küçük kız Boğaziçi’nde denizi seyrediyor. Yanında dedesi, ninesi var. Kız onları ziyarete gelmiş. Ailesi Almanyada çalışmakta. Gurbetçiler. Ellerinin emeğiyle üç aile geçindiriyorlar. Kızın babası hepsini geçindirebilmek için iki vardiya çalışıyor.

Kız yanaşan vapura bakarken birden burnundan kan fışkırıyor. Neyse, şansı varmış. Durdukları yer devlet doktorunun bürosunun kapısı. Hemen içeri girip doktordan kanı durdurmasını istiyorlar. Doktor çocuğun yüzüne bakınca birden ciddileşiyor. Bu çocukta lösemi var, diye teşhis koyuyor. Çocuğun hemen hastahaneye sevkedilmesi gerek olduğunu duyunca dede de birden fenalaşıyor. Hemen Almanyadaki babaya telefon ediyorlar. Adamcağız palas pandıras uçağa binip kızın yanına varıyor.

Gitmeden bize sordu, böyle birden bire lösemi çıkar mı, diye. Bizim hanım da kendi çocuklarımızın doktoruna sordu. Kadın, olabilir ama öyle yekten teşhis konulamaz, dedi, fakat size profesörümden cevap çıkartabilirim…

Baba gitmiş İstanbula. Çocuk hastanede perişan. Her gün taksiyle kan bankasından kan alıp götürüyor. Parası da cepten. Git gel günler geçiyor. Çocukta iyileşme niyeti yok gibi. Adam çıldıracak. Devamlı kızının başında. İki hafta sonra hem izin bitiyor, hem de paralar suyunu çekiyor. Kızı yalnız bıraksa ölür diye korkuyor. Ölmese bile küçücük çocuk hastahanede nasıl yalnız bırakılır? Ailesinin her gün hastahaneye gidecek halleri yok. Ne yapsak?

Bu durumlarda kalmış birçok kimseyle karşılaşmıştım. İnsanların aklından hiç olmayacak şeyler gelir. Şehirlilerin dili tutulur, söyleyemez, ama böyle dertlerle çok karşılaşmış köylüler, bu ölsün artık, derler. Akıllarına gelecek çare olmaz. Çünkü eskiden o insanların ne sigortası vardı, ne de parası. Ellerinden gelen hastalarının yanına varıp nöbet tutmak. Gece gündüz hastasını yalnız bırakmazlar. Kendi aç kalır, hastasına yedirir. Uykusu gelince bir tarafta kıvrılıp uyur. Türkiye’de eşi dostu, akrabası olmayan kişiler hastahaneye düşmesin. Bunları daha çocuktan bilirdim. Evimizde Kandıra’dan hasta getirip yatan çok kimse olmuştu. Fakat anası ailesi Almanya’da oturan küçük bir çocuğun hastahanede ne yaptığını hiç görmedim.

Çaresiz kalan baba bize telefon ediyor, biz de doktorumuza, o da profesörüne. Meğer onun profesörü çocuk lösemisi uzmanıymış. Adam bize, bu çocuğu bana getirebilirseniz, hemen kliniğe alırım, teşhis doğru ise tedaviyi de garanti ederim, dedi. Fakat zorluk, kızı hastahaneden çıkarma ve Almanya’ya getirme. Hastahane vermez, uçağa da bindirmezler. Ne yapsak?

Olayı babama naklettim. Babam o zamanlar yabancılar masasında çalışırdı ve Türkiyeden kimseye çaktırmadan adam çıkarmayı bilirdi. Hippiler zamanında üç beş bin kimseyi sessizce çıkarmış. Oğlum, dedi, bu profesörün dediğine inanılır mı? İnanılır. Olur, bakalım Çapaya gideyim, başhekim ne diyecek.

Çapaya gitmiş, başhekimden randevu alıp. Bu çocuğu bize teslim edin, yolunu buluruz, demiş. Başhekim bizden kati söz alınca, razı oldu. Adama çocuğu Çapadan çıkardıktan sonra beş saat içinde Almanyada hastahaneye sokacağımızı garanti ettik.

Herşey hazır, fakat en büyük güçlük şimdi çocuğu uçağa sokmak. Bilet milet alınamaz. Uçak otobüs mü bagaja çocuk sokalım? Onun yolunu babam hava şirketi ile buldu. Ne bulduğunu anlatamam, ama buldu. Onlar da işinin yolunu bilen kimselermiş.

Çocuk apar topar arabaya konup Yeşilköy’e nakil. Babam polis kontrolunun arkasından geçip çocuğu uçağa koyuyor. Uçak kalkmadan kelle sayımı yapan hostesin gözünün önünden bir yolcu kaçıyor. Üç saat sonra Almanyada çocuğu teslim alıp hemen hastahaneye koyuyoruz.

Gördüm dediğim o küçük kız. Geçen Kasımda rastladım. Kırkını geçmiş bir hanım şimdi.

Ahmet Çakir, 1963 A