ALİ BEY NASIL BİNLİK ALİ OLDU

Geçenlerde FBde Nakkaştepe’den Boğaziçi’nin eski görünüşünü gösteren bir resim kullanmıştım. Resmi gören birisi altına yazmış, arkadaki bir binada ablam otururdu, yalnız onu kimse bilmez de kocasını bilen olur, demiş. Adını da söyledi. Ben de ona cevap verdim, onu gayet iyi tanırdım diye.

Ben çok küçükken köyümüzden günde iki otobüs Üsküdar’a doğru giderdi, akşam da geri gelenleri toplayıp Beykoz’a kadar dağıtan iki otobüs geri dönerdi. Şimdi devamlı ana baba günü olan Beylerbeyi merkezinde biz caddeye taşlardan kale yapıp futbol oynardık. Uzaktan bir araba sesi duyulunca kaleler toplanır, maç ertelenir, geçen arabaya el sallanır, ve de sonra hemen kaleler gene kurulurdu. Köyümüzde sadece iki kişinin özel arabası vardı. Ondan dolayı otomobilin adı taksiydi. Bugünlerde 160 milyon dolara satıldığı söylenen Hasip Paşa yalısında tek başına oturan Hami Beyin bile arabası olduğunu görmedim. Belki vardı da iyi saklardı.

İşte o iki arabanın birinin sahibi Ali adlı bir adamdı. Araba da spor lastikli, jantları bisiklet tekerleği gibi telli bir içim su bir naneydi. Eskiden ona Ali Bey denirmiş. Yıllarca anlatılan bir olay olduktan sonra adı Binlik olmuş, bey kalkmış. Olay da böyle oluşmuş:

Bizim köylüler çalışmaya hep İstanbul’a giderlerdi. Gidiş de parti parti. Sabah, çok yıllarda saat 6 da kalkan ilk vapura işçiler ve akıllı patronlar binerdi. İşçilerin neden o vapurla gittiğini anlatmak gerek değil de açıkgöz patronların neden günün köründe gittiğini izah etmek gerek. Akıllı iş sahibi sabah erken gidip işyerini açar, elemanları geldiğinde çayını içmiş uyanık duruma geçmiş olur. İkinci parti saat 7 de yola çıkar. Onlar bizim gibi Alman ve Avusturya okulu öğrencisi, dükkanlarda çalışanlar falan. Ondan sonra on beş yirmi dakika aralıkla devamlı vapur kalkardı.

En neşeli vapur da 8.18 vapuruydu. Eminönü civarında çalışan memurlar falan hep onun içinde. Sabah sefayla yola gidilir. Salonda sigaralar tüttürülür. O zamanlar kahveci denen çaycı hatırlı müşterilerin meşrubatını dağıtır. Millet havasında. Onları yolcu eden iskele amiri de havasında. Çünkü bir zaman daha vapur gelmeyecektir. O da sabah hepsini geçirdiği adamların akşama kadar geri gelemeyeceğini bildiğinden hiç kuşkusu olmadan bazı hanımların yakınına süzülür. Devlet memurunun sosyal rollerinden biri de buydu.

İşte böyle bir gün güle eğlene çay kahve sohbeti yapılırken, Ali Bey bir muziplik edeyim demiş. Bütün arkadaşlara çay kahve benden, demiş. Garson da sevinmiş. Çünkü onun derdi bardakları mümkün olduğu kadar çabuk toplayıp parasını aldıktan sonra ikinci üçüncü turu atmak. Biri çok kişininkini öderse iş azalıyor. Fakat sıra para almaya gelince garsonun gözleri fırlamış. Ali Bey tepsiye bir binlik atmış. Keh, keh, keh, diye gülmüş. O zaman da orta halli bir memur maaşı bir yüzlük, çay da on kuruş bile değil. Millet bol bol gülmüş, eğlenmiş. Garson da, abiler, kalsın, yarın alayım, demiş.

Ertesi gün gene aynı numara. Ali Bey yine binliği koymuş tepsiye. Bu sefer fazla gülen olmamış. Adam ötekilerin fiskos ettiklerini fark etmemiş, hala daha kendi şakasına kendi gülüyor. Üçüncü gün Ali Bey aynı numarayı yapınca, garson binliği alıp kaybolmuş. Biraz sonra elinde ağır bir torba dolusu ufak parayla dönmüş. Buyurun, Ali Bey. Kendiniz sayın.

İşte o gün bugündür eşşek şakası yapanlara onu hatırlayan Binlik der. Ali Beyin de beyliği kaldırılıp Binlik Ali denmiş. Adam ölene kadar lakabından kurtulamadı. Öbür dünyaya göçünden 50-60 yıl sonra da onu tanıyan iki kişi Facebookta tanıştı. Şimdi de sizler okuyorsunuz.

Ahmet Çakir, 1963 A